31 Ocak 2010 Pazar

Usta-Çırak ilişkisi

Biliriz ki, bir işi iyi yapan ustanın, mutlaka bir de çırağı vardır. Ve bu ustanın en elzem görevlerinden biri, çırağı eğitmek ve kendi yokluğunda işi layıkıyla yapabilecek hale getirmektir. Bir nevi tahtını bırakacak kişiyi, bu görev için yetiştirmek. Ustanın ustalığına ve çırağın yeteneğine bağlı olarak günün birinde, usta görevi bırakır ve çırak, "usta" tacını giyer. Sırayla devredilmiş görev, gereğince yerine getirileceği için, herkes mutlu, herkes tatmindir. Kimi zaman da, çıraklar fazla yetenekli çıkar ve zamanından evvel usta kadar iyi işlere imza atacak hale gelir. Bu durum için "Boynuz kulağı geçti" yorumu yapılır ve konu ile alakalı hoş sohbetlere imza atılır. Herkes halen huzurlu ve mutludur, zira çırak haddini bilmekte ve vaktinden evvel kralın tahtına göz dikmemektedir.

Bu hoş ve tanıdık hikaye, günümüz koşullarında halen geçerli mi acaba? Günümüz koşulları sert ve acımasız. Büyük şehirlerde hayat standartlarını idame ettirebilmek amacıyla, hırs ve stres içinde çalışılan, rekabetçi bir ortam. Ve bu ortam, insanları ikileme sürüklüyor. Usta olmuş bir çalışan, arkasından geleni iyi niyetle eğitmeye başladığında, başına gelecekler çok ihtimalli bir denklem adeta. Çırağın yetenekli ve çalışkan çıkması durumunda, az zamanda çok yol alıp, ustasının yerine geçmek istemesi, bunun sonucunda üst yönetimin daha genç birine şans verip, tecrübeli ama pahalı usta ile yollarını ayırmak istemesi, olasılıklar dahilinde.

Yıllarını mesleğine vermiş tecrübeli ustalar, çırakların tehditi altında kalmamak için, bu sefer başka bir yöne eğiliyorlar; kimseyi eğitmeyip, kendilerini "yeri doldurulamaz" statüsüne yerleştirmek. Bu durum, şirket için türlü sakıncalar içerdiği gibi, usta için de birçok sorunu beraberinde getiriyor. Yetki ve sorumluluk dağıtmayan usta, yığılan işlerle tek başına uğraşmak ve gereğinden fazla çalışmak zorunda kalıyor.

Yardımsever olayım derken işinden olmak veya işini ve konumunu kaptırmamak için bencil davranmak gibi bir ikilemde kalan ustamız, kararını hangi tercihten kullanırsa kullansın, bizler de kendimizi günün birinde benzer durumda bulacağımızdan, o gün gelip çattığında, ustayı anlayışla karşılayıp, kendisine hak vereceğiz.

17 Ocak 2010 Pazar

Büyüklere oyuncak

Evli çiftler, evlenmelerinden bir süre sonra, canlarının sıkılmaya başladığını hisseder ve bir arayışa girerler. Bu arayışın sonucu da kuvvetle muhtemel bir bebek yapma fikriyle sonuçlanır.

Bebekleri dünyaya geldiğinde, evleri şenlenmiş, hayatları daha mutlu oluverir. Artık oyalanacakları bir şey vardır ailede. Yıllar yılları izler, bu bebekler büyümeye başlar ve bu esnada, ailenin tek gayesi, bu çocuğu en iyi şekilde yetiştirmek olur. Okul ismi, eğitim dili fark etmez, her ebeveyn, kendi hırsları için veya ileride başarılı birer birey olsunlar diye canla başla uğraşır, onları iyi okullara sokarlar. Okul telaşı bittikten sonra artık okumuş genç insanlar haline gelen bu çocuklar, kendilerine bir yön çizmeye çalışırlar hayatta. Tabii bu aşamada, yine aileler devreye girer ve çocuğu, ileride en çok para yapacak, geleceği en parlak görünen mesleklere yönlendirirler. Mesela bu çocuk, şair olmak istese bunu hobi olarak yapması tavsiye edilerek kendisinin "gerçek" bir iş sahibi olması önerilir. Veya tiyatrocu olmak isteyen genç bunu sadece iş sonrası hobi kulüplerinde gerçekleştirmelidir. Çocuk yurt dışında yaşamak isterse mesela, küçük çapta bir kriz çıkabilir ailede, zira yapıp, büyütüp okuttukları oyuncaklarından uzaklaşmak istemezler. Eğer, ailenin uygun bulduğu bir iş, aşk veya özel hayatı yoksa, hepten yandı bu çocuklar. İsimleri çıkar isyancıya, bundan sonra ne yaparlarsa, mutlaka davranışlarının içinde bir isyan tohumu aranacaktır. Zor iştir çocuk olmak vesselam, kendi hayatını yaşamaya çalışırken, omuzlarında tonla bir yük taşımak demektir; ailenin beklenti ve isteklerinden oluşan.

Tüm bu kargaşa sonucunda bu çocuklar, hayata geliş amaçlarını sorgular dururlar... Bir tarafta sadece bir kez yaşanabilecek günler, aylar, yıllar, diğer tarafta bu değerli zamanların başkalarının istekleri doğrultusunda harcanması... Zor iştir çocuk olmak; hayatı boyunca sahibini eğlendirmesi gereken bir oyuncak misali...

15 Ocak 2010 Cuma

Zürih

Beş saattir devam eden yoğun kar yağışı, yaklaşık üç saattir kalkamayan uçağın sıkıntısını unutturuyor bana... Şartların uçak yolculuğu için pek uygun olmaması, bembeyaz olmuş bir havaalanı, pistteki kar temizleme araçları, uçağın kanatlarındaki buzun eritilmesi için sıra beklemek gibi şeyler normalde insana sıkıntı verecek olsa da, Zürih'te geçirdiğim güzel günler, bana şu anda olan biteni unutturuyor ve izlenimlerimi yazmaya heveslendiriyor.

Daha evvel, yolumun üzeri olması sebebiyle, içinden birkaç kez arabayla geçtiğim bu şehri, artık tam manasıyla görmenin vakti geldi diyerek planladım bu seyahati.

Zürih'te, en çok zaman geçirilecek yer olduğu herkes tarafından söylenen Bahnhofstrasse civarında bir otelde kalmak, birçok yere yürüyerek gidilebilmesi açısından çok isabetli bir karar olur. Burası, istasyon ile göl arasında uzanan, birçok butik, alışveriş merkezi ve restoran barındıran çok renkli bir cadde. Baur au Lac, Widder Hotel ve Park Hyatt, bu anlamda tavsiye edebileceğim otellerden bazıları. Yeme içme kültürü çok gelişmiş olan Zürih'te, çeşitli ülke mutfaklarından örnekler tadabileceğiniz sayısız mekan mevcut. Noel'de görüşemeyecek olan aileler ve büyük arkadaş grupları, tatil öncesi birbirlerini kutlamak ve hediyelerini takdim etmek amacıyla kalabalık yemeğe çıktıkları için, istediğimiz mekanlarda yer bulma konusunda biraz sıkıntı çektik. Bundan dolayı, siz de Noel tatiline yakın bir dönemde bu şehri ziyaret etmeyi planlıyorsanız, restoran rezervasyonlarınızı gitmeden netleştirmenizi tavsiye ederim. Zürih'in en meşhur İtalyan restoranı Bindelli, İspanyol yemeklerinin ve müziğinin keyfine varabileceğiniz Cafe Aurelio, restoran sonrasında 'lounge' kısmıyla da çok tutulan Kaufleuten ve pek tabii ki bir Zürih klasiği Kronenhalle bizi yanıltmayan mekanlardı. Bunların arasında Kronenhalle kişisel favorim. Harika yemekler sunan bir İsviçre restoranı olmasının yanında Chagall ve Picasso gibi önemli ressamların orjinal tablolarının duvarları süslemesi, yemek yerken aynı zamanda bir galerideymişsiniz hissi veriyor. Bunlara ek olarak, Kronenhalle'de duyduğum bir hikaye çok ilginç geldi. UBS'in başkanı buranın müdavimlerinden biriymiş. Ne zaman ki UBS büyük zarara uğrayıp, İsviçre hükümeti bu bankaya büyük bir tutar için destek çıkmış, işte o zaman Kronenhalle, bu müdavimini restorana kabul etmemiş; ülkenin parasının gereksiz yere harcanmasına sebep olduğunu ileri sürerek.

Tabii her şey Bahnhofstrasse ile sınırlı değil... Altstadt dedikleri bölge, daracık sokakları ve butikleriyle insanı ayrı bir dünyaya götürüyor. Avrupa'nın en büyük saat kulesine ev sahipliği yapan St.Peter kilisesini görmek gerekli, zira saat kulesinin ihtişamı insanı gerçekten büyülüyor. Bu bölgeye gittiğinizde uğramadan geçmemeniz gereken, bana göre en mühim yerlerden biri, Teuscher. Burası dünyada bazı ülkelerde şubeleri bulunan oldukça meşhur bir çikolata üreticisi, ancak Altstadt'daki bu minik dükkan, rengarenk süslerle donatılmış bir yer olması ve çalışan teyzelerin, orada üretimi yapılan taptaze çikolataları, istediğiniz şekilde paketleyerek sunmasıyla, insanı başka diyarlara götüren bir masal adeta.

Bu masala ortak olmayı düşünenler için; nazik insanları, muhteşem göl manzarası ve rüya gibi çikolatacılarıyla, Zürih görülmeye değer bir şehir.

Hakkımda

Fotoğrafım
Instagram:@stylishtimes Snapchat:@astylishtimes Twitter:@AysheRose

İzleyiciler