31 Aralık 2009 Perşembe

Yeni yıl kararları

Bir yıla veda ederken, yeni yıldan beklentilerimizi düşünmeye ve bunların gerçekleşmesi için umut beslemeye başlarız. Aslında sadece bir rakam değişikliği olacaktır, ancak umut biz insanlar için her şey, bu sebeple, geride bıraktığımız yıl yaşanan hayal kırıklıklarının o yılda kalmasını ve istediğimiz birçok şeyin yeni yılda gerçekleşmesini ümit ediyoruz.

Geleceğimizle ilgili planlarımızı gerçekleştirmemizi sağlayacak çalışmalara başlama kararları, hep yapmak istediğimiz ancak fırsat bulamadığımız seyahatleri planlamak, hobilerimize daha fazla zaman ayırmak gibi planlar, yeni yılla birlikte oluşan motivasyonumuzu doğru kanallarda kullanmak adına başarılı örnekler... Ancak, çevremde gördüğüm asıl eğilim, yeni yıldan bir aşk, bir eş veya yeni bir iş ummak. Bu işlerin sadece dilemek ve beklemekle olmadığı aşikar... Bununla birlikte, mutluluğu bu dileklerinin gerçekleşmesine bağlamak, tam manasıyla abesle iştigal... Kim bilebilir iş değiştirmenin mutluluk getireceğini veya evlenince çok daha güzel bir hayata sahip olunacağını...

Hayattan en büyük beklentinin "mutluluk" olduğunu varsayarsak, mutluluğu, gerçekleştiğinde erişeceğimize emin olmadığımız hedeflerde aramamak, bunun yerine, bir film veya bir sohbetin de bizi mutlu edeceğini fark edip, kendimizi, gerçekleşmesi elimizde olmayan ve sonucunda ne olacağını kestiremediğimiz hayallerin esiri etmemek, bu seferki yeni yıl kararımız olsun.

.

25 Aralık 2009 Cuma

Kim ne derse desin

Soğuk bir Paris sabahı, Rue du Bac'ta hızlı adımlarla yürürken, orada yaşayan bir kız arkadaşıma rastladım. Son görüşmemizin üzerinden yıllar geçtiği için uzun bir hasret giderme sonrası karşımıza çıkan ilk kafeye oturup sohbete başladık. Ancak sohbetten ziyade ilgimi asıl çeken olay, Aslı'nın kılık kıyafetiydi. Vatkalı deri ceketi, yırtık kot pantalonu ve ayağındaki burnu açık botlarıyla değişik bir hava yaratmıştı kendisine. Hemen sordum tabii 'Sen hiç böyle giyinmezdin, nasıl oldu da böyle kendine has bir tarz yarattın?' diye. Benim zevkime uymasa da kıyafeti, farklı olması hoşuma gitmişti. 'Doğru diyorsun, ben burada rahatım, kimse dönüp bakmıyor bile. Baksa da tanımıyorum kimseyi, o yüzden canım nasıl istiyorsa öyle giyiniyorum. Tabii İstanbul'a döndüğümde yine eski halime dönüyorum. Orada insanlar ters ters bakıyor, utanıyorum' diye cevapladı. Önce şaşırdım ama sonra kendi kılığıma bakınca Aslı'ya hak verdim. Üzerimde yıllar evvel yine Paris'ten aldığım ama şimdiye kadar, nedendir bilinmez, giyemediğim tasarım bir elbise ve kafamda kadife fiyonklu bir taç. Sonra düşündüm kendi kendime, niye yurt dışına gittiğimde giyim kuşamda oldukça yaratıcı olabiliyorken, kendi ortamımda sıradan olmaya çalışıyorum diye. Cevap basitti aslında. Ne kadar kendime güvenim yerinde de olsa, toplumda çok ilgi çekmemeye ve mümkünse kimseden bir tepki almamaya çalışmak, bir nevi kendini topluma kabul ettirme çabasıydı bu.

Aynı günün akşamı, St.Germain bulvarında eve doğru yürürken yolda beyaz saçlı bir adama rastladım. Bir anda çığlık attım 'Evet, bu o' diyerek.. Bembeyaz uzun saçları, deri eldivenleri ve hiç çıkarmadığı güneş gözlüğüyle dibimde duruyordu Karl Lagerfeld. Bir heykel gibi soğuk görünen ancak konuştuğunda yakın arkadaşınızmış gibi sıcak olan, farklı olmaktan çekinmeyen, içindekini, aklındakini olduğu gibi ortaya koyan ve kendini marka yapmayı başarmış bir isim Karl Lagerfeld.
İş hayatımızda bir marka yaratırken, yeni bir ürün çıkarırken, illa farklılığı hedefleyen bizler, iş kendimize geldiğinde bir o kadar korkak ve çekingen kalıyoruz. Ancak kendinden marka yaratan Karl Lagerfeld ve diğerleri, korkmanın aksine, farklı olmalarıyla başarıya ulaşıyorlar.

Moda dünyasından yola çıktım ancak topluma uyum sağlama çabası sadece giyim kuşamla veya ülke ile sınırlı değil. Bir İngiliz arkadaşım, çok beğendiği bir Alman arkadaşının ilgisine cevap veremiyor, nedeni ise adamın ondan yaşça oldukça büyük olması. Zor bir durum olduğuna hemfikirim ancak 'Kendi ülkemden başka bir yerde yaşasaydım, muhtemelen isterdim bu ilişkiyi' demesi, bizdeki 'Ailem veya arkadaşlarım ne der' endişesini çağrıştırdı bana.

Anlaşıldığı üzere, büyük bir çoğunluk, toplumda onaylanma ve kabul görme telaşına düşüp belli kalıplarda sürdürüyor hayatını. Oysa ki başkalarının istediği hayatı yaşamayı bırakıp, kendi doğrularımızı takip etmek ve bunu başarmak için biraz cesaret, bizi çok daha başarılı ve mutlu yapacaktır hayatta.

11 Aralık 2009 Cuma

Geçip gidememek

Günlerdir uğraşıyorum eski resim ve kıyafetlerden kurtulmaya... Onlara veda etmek öyle zor ki... Belki biraz tembellik, biraz da bağımlılıktan dolayı şu hayatta hiçbir şeyle kolay vedalaşamıyorum. Bu yüzden de ofis masamda 2005 yılına ait fakslara, evdeki dolabımda yıllar öncesinin kıyafetlerine ve bilgisayarımda artık iş dahi yapmadığım insanların postalarına rastlanabilir... Ama bu durum beni korkutmuyor çünkü günün birinde ya bilgisayar çöküyor ya da aileden biri daha fazla bu duruma katlanamayıp, olaya müdahale ediyor ve sorun bir şekilde çözüme ulaşmış oluyor.

Benim asıl derdim insanlardan kopamamak... Dönem dönem bazı insanlarla sık görüşüp daha sonra iş veya yaşanılan şehir dolayısıyla iletişimde kopukluk olsa da, o insanlarla tekrar görüşüldüğünde aynı sıcaklık yaşanabiliyor. Peki ya eski aşklar öyle mi? Toplumda genelde yaşanan ve aslında yaşanması uygun bulunan; ayrılık sonrası tamamen kopmak... Ne münasebet diyeni olsun, aşk bittiyse ne gereği var görüşmenin diyeni olsun, birçok insan sevgilisi ile yolları ayırınca hayatından tamamen çıkarmakta bir sakınca görmüyor. Burada benim çözemediğim konu şu: Aylarca, bazen yıllarca hayat arkadaşımız haline gelen bu insanlarla, bir nedenden ötürü ayrı düşünce, hayatımızdan tamamen çıkarabilmeyi nasıl başarırız? Ve tabii ki, hayatımızdan tamamen çıkarmak zorunda mıyız? Kafa dengi bir arkadaş bulmanın bu kadar zor olduğu bir dönemde, aşk bitti diye arkadaşımıza da elveda demek zorunda mıyız?

Sezen Aksu hislerime tercüman olmuş..
"Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem... Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir"....

7 Aralık 2009 Pazartesi

Bu ne yaman çelişki

İnsanları, çok bilen ve bildiğini her fırsatta belli eden, çok bilen ancak bunun reklamını yapmayıp ancak gerektiğinde bu vasfını ortaya koyan, hiçbirşey bilmeyip çok biliyormuş gibi gösteren ve bir konuda bilgi sahibi değilse biliyormuş gibi davranmayan olarak 4'e ayırabiliriz.

Son 2 sınıf için söylenecek pek birşey yok; bilmediğini kabul edeni dürüstlüğü için tebrik etmek ve içi boş olan makyajlıları kınamak dışında. Ancak bilgi sahibiyseniz eğer, işte o zaman yandınız... Bildiğini göstersen bir türlü, göstermesen başka tür dert.

Yaşamları boyunca kendini gelişime adamış, birçok konuda bilgi sahibi olmak için uğraşmış ve kendilerini belli bir entellektüel düzeye getirmiş insanlar, çok ince bir çizgiyle ayrılmış hassas bir dengenin içine giriyorlar toplum içinde. Kendini övmemenin, takdiri başkalarının yapması gerektiğinin altı çizilse de devamlı, bazen fazla tevazu sonucu, insanlar hakettikleri yere gelmek bir yana dursun, yıllarca emek verdikleri birikimleri de hiçe sayılabiliyor. Bu konuda sevdiğim bir söz 'Fazla tevazu gösterme, gerçek sanarlar'. Çevredekilerin sizi keşfetmesi, sonucunda tebrik etmesi ve size değer vermesi çok güzel olsa da maalesef bu rekabetçi devirde, herkes önündekinin üstüne basıp bir basamak daha yükselmeye çalışıyor ve siz değerinizi belli edemeden yok olup gidiyorsunuz. Öte yandan, kendini insanlara devamlı surette anlatmaya çalışmak, oldukça itici ve ukala bir tavır olarak algılanabiliyor. Çevremizde sürekli görüyoruz, her fırsatta kendi başarılarını anlatmaya çalışan, birçok soruyu bitirdiği okullara ve kariyerine bağlayan insanları... Bu nedenle oldukça hassas bir çizgi bu; ukalalığa kaymadan kendi değerinizi anlatabilme becerisi. Tabii insanların bu konuda git gide daha agresif olmasının önemli bir nedeni de, ortalığın yalancı başarı öyküleriyle dolu olması. "İmaj herşey, gerçek hiçbir şey" diyerek kendini ortaya atan insanların arasından sıyrılmaya çalışan birçok bilgili insan da, maalesef, kendine her geçen gün ukala ve itici insanlar sınıfında yer buluyor.

Bu nedenle kendimizi geliştirmeye devam ederken, yüksek çıkan seslere aldırış etmeden kendi değerimizi bilmeli ve insanlara itici gelmeden toplumda kendimizi kabul ettirebilmeliyiz.

Hakkımda

Fotoğrafım
Instagram:@stylishtimes Snapchat:@astylishtimes Twitter:@AysheRose

İzleyiciler